ERZURUMUN YÜZLERİ

Kasideciliği ve Hicivleriyle Tanınan Şair Nefi

Kasideciliği ve Hicivleriyle Tanınan Şair Nefi
Kasideciliği ve Hicivleriyle Tanınan Şair Nefi


Nefi, on yedinci yüzyıl klasik Türk edebiyatı dönemi şairlerindendir. Kasideciliği ve hicivleriyle tanındı.


Kaynaklarda adı; "Ömer Bey", "Nefi Ömer Efendi" şeklinde geçer. Nefi, Erzurum'un Pasinler (Hasankale) ilçesinde doğmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Tarihçi Âli (Mustafa, Gelibolulu) 1591 yılında yazdığı Mecmau'l-bahreyn'de Nefi'yi "genç ve zeki' bir şair olarak anmıştır.

Nefi ve aile çevresi hakkında bilinenler sınırlıdır. Mecmaulbahreyn (Karahan, 1960);, şairin yaşamı hakkındaki bazı belirsizlikleri ortadan kaldırmıştır. Nefi, bey soylu bir aileye mensuptur. Şair, Pasinler Sancakbeyi Mirza Ali'nin torunu, Mıcıngerd (Sarıkamış) Sancakbeyi Mehmet Bey'in oğludur. Soyunun Dulkadiroğulları, Çağatay veya Timurlulara tabi Çağatay Türklerine dayandığı tartışmalıdır.

Nefi'nin babası Mehmet Bey de şairdir. Kırım Ham'na nedimlik yapmıştır. Siham-ı Kaza adlı hiciv mecmuasında, şairin kendi babasını yerdiği şiirinde, Mehmet Bey hakkında bazı bilgilere yer veriliyor. Mehmet Bey'in Kırım'a giderek Han'a hizmeti dolayısıyla rahat bir yaşam sürdüğü, ancak ardında bıraktığı Nefi ve ailesini yoksul ve korumasız bıraktığı anlaşılıyor.


Nefi, eğitim hayatına Pasinler'de başlamış Erzurum'da devam etmiştir.

İyi derecede Farsça bilen şairin nasıl bir öğrenim gördüğü bilinmiyor. Fars diliyle yazdığı Divan'ı onun üst seviyede bir öğrenim gördüğünün belgesidir. Şiirle ilk yakınlığını babası Mehmet Bey aracılığıyla sağlamış olmalıdır. Şairin şiire, genç yaşta başladığı anlaşılmaktadır. Farsça ve Fars kültürünü, şiir sanatı ve edebî bilgilerle birlikte; hocası Erzurum defterdarı (1585-1588); Âli'den aldığı anlaşılıyor.

Tezkire yazarı Riyazi, bir yergi kıtasında; şairi, Âli'den çaldıklarını satmakla, sanat çevresinde ancak "zeban-ı taze" olarak tanınabileceğini ifade ediyor.

Nefi, Iran edebiyatının tanınmış şairlerini takip etmiştir. Olgunluk döneminde "Anadolu'da şiir üstadı benim" iddiasıyla İran şairleriyle yarışır.

Nefi, 1603'ten sonra, Sultan I. Ahmet'in saltanatının ilk yıllarında İstanbul'a gider. Hayatının yaklaşık otuz yılını İstanbul'da geçirmiştir. Riyazi Tezkiresi'nde şairin hâlen "mukataa kâtipliği"ne devam ettiği kayıtlıdır.


Nefi, bütün hayatını, ikbale tenezzülü olmayan bir devlet memuru olarak geçirir.

Divanıhümayun'da maden mukataacılığı; mukataa kâtipliği; sürgüne gönderildiği Edirne'de, Muradiye mütevelliliği ve İstanbul'da cizye muhasebeciliği yapmıştır.

Gençlik döneminde taşrada yaşadığı zorluklardan bunalan Nefi, İstanbul'da kısmen rahat eder. Dönemin bürokratlarından, tarihçi ve aynı zamanda şair olan Gelibolulu Âli ile Erzurum'da sağladığı yakınlığı İstanbul'da da sürdürür.

Sadrazam tarafından Sultan Ahmet'e tanıtılan şair, şiirleriyle padişahın iltifatını kazanır onun yakınında bulunan şairler arasına girer. Sultan, Edirne'ye giderken (1611); onu da beraberinde götürür.


Nefi, dört ayrı padişahın saltanatına tanık olup devlet erkânının takdirini kazanmış şairlerdendir.

Padişahlardan üçü aynı zamanda şairdir. Şair, sultanların ilgisi, devrin ileri gelenleriyle bağlantıları, sunduğu kasideler ve şiirdeki başarısı ile İstanbul'un sanat çevresinde kısa sürede tanınır.

istikrarsız kişiliği nedeniyle Nefi, sanatındaki üstün başarısını ilişkilerinde sürdüremez.

O, çevresiyle sürekli barışık olamayan bir insandır. Sıkça dostlarına sataşır, şahsiyetlerini rencide eder ve yerer. Devlet adamlarının onurunu hiçe sayar. Sınır tanımayan yergileri, hırçın kişiliği, devlet adamlarının öfkesini üzerine çeker. Şöhretinin kıskançlık etkileriyle birlikte, çevresini rahatsız eden aşırı tavırları da şairin bazı dönemlerde yaşamını zorlaştırır.

Kaldım ayakta perîşân ve mükedder ahvâl

Gitdi ol demler ki eylerdi perîşân hâtırım

Bir yana gam bir yana kahr u azâb-ı rüzgâr


Nefi, Sultan Murat döneminde zirveye ulaşmıştır.

Kendi gibi sert yaratılıştı Sultan onu bağışlarıyla yüceltir, iltifat eder; şiirlerini zevkle dinler ve över:

Biz kelâm nâkiliyiz nerde o sâhib-güftâr

Ona teslim edelim emrine münkâd olalım

Böylesine takdir görmüş bir şairin nasıl bir hata işleyip de aynı kişinin gazabına uğradığı pek bilinmez.

Rivayetler ve şiirlerindeki ipuçları, sert ve hırçın şairin bir süre sonra gözden düştüğünü ve görevlerinden uzaklaştırıldığını gösteriyor. Gürcü Mehmet Paşa'yı hedef aldığı kasidesinde, şairin üç kez görevinden azledildiği anlaşılıyor:

Üç defadır bu Hak belâsın vere mel'ûnun

Ki yok yere beni azl etti olmuşken senâ-hânı

Nefi'nin görevden azledilişi Naima Tarihinde de yer alır. Naima'ya göre, Sultan Murat, sarayda şairin Siham-ı kaza adlı eserini okurken taht yakınına yıldırım düşmesini uğursuzluk olarak değerlendirmiş ve Nefi'ye hicvi yasaklayıp görevinden azletmiştir.

Şair, hayatının son yıllarını sürgüne gönderildiği Edirne'de geçirir.

Muzaffer ola serdârın eyâ şâhenşeh-i gâzî

Ne Tebrîzi koya Şâh-ı Kızı ne Şîrâzı

matlalı kasidesi, Hüsrev Paşa'nın Bağdat Seferi (1040/1631); vesilesi ile, Edirne'den Sultan Murat'a gönderilmiştir. Yine 1043/1634'te Sultan Murat'ın Edirne'ye gelişi üzerine;

Merhabâ ey pâdişâh-ı âdil ü âli-nijâd

Oldu teşrifinle şehr-i Edrine reşk-i bilâd

matlalı kasidesini yazar ve Sultan Murat'a sunar. Şair, sultanın himmetinden uzakta kaldığını, sıkıntılarından kurtulacağını ümit ettiğini bildirerek affedilmesini ister. Sultanın iltifatını yeniden kazanır; bir süre Muradiye mütevelliliğinden sonra İstanbul'a döner ve haraç muhasebeciliği görevine getirilir.


Yaşadığı sıkıntılar sürgün şairi uslandırmaz.

Sataşmaları, hırçınlığı yergilerle devam eden şairin ölümü beklenir hâle gelir. Yürekli, pervasız, atak, korkusuz şair; sahip olamadığı "dilinin belası ile" kendi sonunu hazırlar, ölümünü hazırlayan asıl neden kesin olarak bilinmez. Kaynaklar, yasaklandığı hâlde yergiye devam etmesinin öldürülme nedenini oluşturduğunda birleşirler.

Beklenen son, Sultan Murat'ın ölüm emriyle gerçekleşir. Bazı kaynaklara göre, şairin ölüm fermanı, Bayram Paşa tarafından, Boynu eğri Mehmed Ağa'ya teslim edilerek saray odunluğunda boğdurulup cesedinin denize atılmasıyla yerine getirilmiştir.


Nefi'nin ölümüne neden olan olayla ilgili değişik rivayetler vardır.

Bir rivayete göre, Bayram Paşa'yı hicvettiği için padişahtan alınan fermanla öldürülmüştür.

Bir başka rivayet de şöyledir: Bayram Paşa dönemin tanınmış şairi Naili'ye, Nefi'yi kötüleyen bir şiir yazdırarak şaire okutur, öfkelenen Nefi, şiiri Paşa'nın yüzüne fırlatır. Bu, çevresini sürekli rahatsız eden şair için bir öldürülme bahanesi olur. Paşa'nın emriyle öldürülür.

Üçüncü rivayet, Sultan Murat'la ilgilidir. Şaire olan aşırı sevgisi dolayısıyla bütün taşkınlıklarına göz yuman Sultan Murat, Nefi'nin sadrazamlara ve diğer devlet adamlarına sataşmalarını affeder. Ancak kendisini de bir kıtada ağır ithamlarla yermesi bardağı taşıran son damla olur. Sultan hicvine yer verilen şiir dörtlükler hâlinde yazılmıştır. Üslubunun şairle hiçbir ilgisi yoktur. Bu kıtanın bir başka şair tarafından, "Nefi" mahlası kullanılarak gözden düşürme amacıyla söylendiği rivayetler arasındadır.

Nefi'nin ölüm tarihi, Şaban 1044/Ocak 1635 olarak kabul görmüştür. Ebcet hesabıyla ölümüne düşürülen tarihler şunlardır:

Nâgehân geldi bir eksikli dedi târihin

Âh kim kıydı felek Nefî gibi üstada

Nefi'nin, öldürüldükten sonra cesedinin denize atıldığı veya saray zindanlarında kaldığı çokça bilinen rivayetlerdendir. Ancak Siham-ı Kaza'nın bir nüshasında, Babıali'nin Sirkeci tarafındaki bahçede, " Soğukçeşme yakınındaki dış kapıda" bir çalılık içinde yazısız iki taşın ona ait olduğu rivayeti de vardır.

Nefi divan edebiyatının gür sesli şairlerindendir. Kendinden emin ve sanatına güvenen bir kişiliği vardır.

Sevgisini ve öfkesini dile getirirken, şairin sesinde alışılmamış bir ton duyulur. Seslenişleri yüksek perdedendir; bildiğini açıkça söylemekten çekinmez. İfadelerinde sert, acımasız, hatta biraz da isyancı tavırlar sezilir. Şair, böylesine sert bir yapıya sahip olmaktan gurur duyar:

Ol safder-i düşmen-küş-i nazmım ki husûsâ

Şemşîr-i zebânımdan ahibbâ hazar eyler

ifadesiyle yaşamı bir savaş meydanı olarak görür, "dil kılıcı", "saf yarıcı", "nazmı düşman öldürücü" ifadeleri ve "savaş/mücadele" imajı, şairin saldırgan kişiliğini simgeler. Şair, kişiliğini çok önemser. Ancak o; atak, mağrur, isyancı kişiliği ile çalkantılı bir yaşama sahiptir.

Leşger-i fıkr ü hayâlât İle çıksam yürüsem

Tevsen-i tabım edip kat'-ı beyâbân-ı sühan

beytinde "dikbaşlı"lığını gururla dile getirir. Onda bir bey, bir muzaffer kumandan edası vardır. Ruhu med-cezirlerle çalkalanır. Karşılaştığı engeli hep aşma çabasındadır. Korku ve yılgınlık bilmez. Şiirinde ferdiyet ön plandadır. Arzularını gerçekleştirdiği müddetçe çevresiyle barışıktır. Üzüntü, keder; kavga, başarı; zevk ve eğlence; her şey kendi içindir. Yürekli, cesur, yetenekli, hırçın, ateşli, pervasız, atak, korkusuz gibi ifadeler onun kişiliğinin olumlu yönleridir.

Ancak tutarsız, saldırgan, aniden yön değiştiren tavırları, çevresiyle denge sağlamasını güçleştirir. Methiyeleri arasında bulunan bir manzumesinde, Gürcü Mehmet Paşa'yı abartılı övgülerinden sonra; "a köpek!" redifli yergisinde yerden yere çalması buna örnektir. Şair;

Hak sözü söylemeden hiç usanmam a köpek!

ifadesiyle kendini haklı çıkarır. Yaptığının doğruluğundan emindir.


Doğru bildiğini saklamaz; dürüst, fakat saldırgandır.

Şairin, saltanatına şahit olduğu Sultan Mustafa'ya hiç kaside yazmamış olması da bu özellikleriyle ilgili olmalıdır.

Nefi, asıl kişiliğini sanatta kazanma çabasındadır. Divan şiirinin yönlendirici etkisinden, sosyal çevre ve gelenek kıskacından kurtulmaya çalışır. Sanatında kendini ispat etme çabasındadır. Şiirinde sanatlı söyleyiş endişesi yoktur. İran edebiyatıyla bağlantısı, Urfi gibi, Mağrur, hırçın, soyuyla övünen" kişiler aracılığıyladır, Urfi'nin dışında diğer İran şairleri, Nefi için, artık aşılması gereken sıradan şairlerdir.

Nefi'nin kasidelerindeki tok ve gür ses, gazelinde munisleşir. Gazeldeki zarafet, Nefi gibi tok sesli bir şairi de kısmen yumuşatıp dizginler. Şair, gazellerinde rint-meşrep bir kişilik sergiler. Nefi kendini "zühte karşı tavır takınmış "rint" olarak takdim eder.

Nefi'de tasavvuf, Farsça Divan'ında görülür. Bu şiirlerde şair, Mevlana yolundadır. Şair bir Mevlevi olduğunu söylemez. Şiirinde Mevlevilik mesleği ile ilgili bazı terimlere rastlanır. Ali Nihat Tarlan'ın: "...ruhundaki coşkunluk ve pervasızlıkla Mevlana'yı en içten duymuş ve anlamış Türk şairi Nefi'dir" kaydı, Mevlana'ya olan ilgisini vurgular. Mevlevilik ilgisini içeren bazı kayıtlar şairin Mevlevi muhibbi olduğunu gösterir.

Nefi'nin bir bey soyundan gelişi ve çağının karmaşık olayları kişiliğini şekillendirmiş gibidir. Çocukluğu, beyliklerin Osmanlı bayrağı altında toplanıncaya kadar geçen süre içindeki çalkantılarını, kardeş katliamlarını, sünni-şii mücadelelerini dinlemekle geçmiş olmalıdır. Soyu bu olayları bizzat yaşamış bir beyliğe dayanır. Bey soylu Ömer Nefi'ye kalan miras, "tefahür-fahriye" tavrıdır.

Ailesini çaresiz bırakıp Kırım'a giden babanın taşrada bıraktığı, sığıntı bir çocuk, çaresiz bir genç. Şairin aniden değişen, kararsız, saldırgan kişiliğini bu psiko- sosyal etkiler şekillendirmiş olmalıdır.


Şair Nefi'nin Sanatı

On yedinci yüzyıl şairi Nefi, şiire yöneldiği ilk dönemlerinde, doğu klasiklerini takip etmiştir. Nefi, olgunluk döneminde etki çemberinden kurtulma, yepyeni bir sanatçı kişilik ve yeni bir tarz sahibi olma çabasındadır.

Nefi, klasik Türk edebiyatında kasideciliği ile tanınmıştır. Kasidelerindeki konular, ifade biçimi ve üslubu ile o bir ekoldür.

Anlam sanatı mübalağa, Nefi şiirinin bel kemiğidir. Bu üslup yaratılışının sanata yansımış şeklidir. Hayatında da sınır ve ölçü yoktur. Davranışlarında, hayallerinde ve düşüncelerinde abartılıdır.

Nefi; övme, övünme yerme tarzlarının ustasıdır. Övgülerde klişe ifadeler; övünmelerinde kişiliği ve öz güveni ön plandadır.

Şair, sözün kendisine Allah vergisi olduğu inancındadır. Nefi'nin 29 gazelinde "ben" zamiriyle ilgili redif ve kafiyeler kullanıldığı "biz" derken de grup içindeki "ben"i kibir derecesinde işlediği dikkat çekmektedir.

Nefi'nin kendine olan sonsuz güveni şiir diline ve ölçüsüne hakim olmasındandır. Sanatta tek olma hırsı yüksek perdeli söyleyişini süsler, pekiştirir.

Nefi mübalağayı, tebliğ (makbul), iğrak (makul) ve gulüv (muhal) seviyeleriyle tırmandırır. Nefi sözü güzel söylemede de ustadır.

Nefi'nin şiirlerinde ahenk ve musiki önemli bir yer tutar. Hüner ve bilgi gösterisi, geleneksel tavra aykırı olarak, Nefi'de en aza inmiştir.

Nefi'nin çoğu şiirinde açığa çıkan sert mizacı gazellerinde perdelenir. Nefi şiir sanatında anlama ve mazmuna önem verir.

Klasik Türk edebiyatında Nefi edası bir ekoldür. Nefiyane söyleyişin bir çok şair takipçisi olmuştur.


Şair Nefi'nin Eserleri


Türkçe Divan

Nefi Türkçe Divan'ındaki eserleri ile tanındı. Divan, kaside ağırlıklıdır. Şair, divanındaki gazel sayısının az oluşunu "az fakat öz söyleme" tavrına bağlar.

Şair şiirlerini kendi düzenlemiştir. Klasik Türk edebiyatında yazılan kaside sayısı bakımından Enderunlu Fazıl'dan sonra (84 kaside) ikinci sıradadır (62 kaside).

Nefi Divanında; saltanatına şahit olduğu üç padişah, değişik devlet yetkilileri ve din adamlarına çeşitli vesileler ile kasideler yazmıştır.

Kasideleri övgü ağırlıklıdır ve tarihi belge niteliğindedir. Osmanlı tarihine tanık belgeler edebi bir dille ifadesini bulur.


Farsça Divan

Farsça Divan'ındaki şiirler tasavvufi aşk çevresindedir. Şairin kişiliği, ilahi aşka daha yakındır. Eser, şairin Fars dili ve kültürüyle ilgili birikimini örneklemesi bakımından önemlidir.


Siham-ı Kaza

Şairin yergi şiirlerinin toplamıdır. "Kaza Okları" anlamındaki bu mecmuada yergi ve mizah bir aradadır, ince hayallerle bezenmiş sanatlı, zekâ ürünü şiirler; kaba sözler, itham, küfür gibi sıradan ifadeler bir aradadır. Şair kendine hitap ediliş şekline göre tavır alarak ince nüktelere incelikle, kaba hitaplara kabalıkla cevap verir. Edebe aykırı sataşmalara Nefi'nin cevabı daha da edep dışıdır. Onun mecmua nüshalarında bulunmayan Tahir Efendi ilgili dörtlüğü ve Şeyhülislam Yahya ile karşılıklı hicivleri zarif hiciv örnekleri olarak kabul görmüştür.

Yergilerde kullanılan dil günümüz okuyucusunun da rahatlıkla anlayabileceği kadar sadedir. Nefi Türkçe divanında olduğu gibi, hicivlerinde de söz sanatlarına fazla iltifat etmeyip nüktenin gerektirdiği ölçüde söz sanatlarına yer verir.

Nefi'nin dramatik sonunu Siham-ı Kaza hazırlar. Eseri âdeta şairini lanetleyerek daha ölümünden önce onu gözden düşürür. Yergileri; "Engerek yılanının öldürülmesinin dört! mezhepte caiz olması gibi, Nefi'nin öldürülmesinde de biri sakınca yoktur." şeklinde kendi aleyhine bir kamuoyu oluşturulmasına zemin hazırlamıştır.

Kaynak: Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum'un Yüzleri, Şair Nefi, Prof.Dr.Metin AKKUŞ

Yorumla
Facebook Twitter Telegram Whatsapp Linkedin Pinterest
{{begeni}} {{yorumsayi}}
16 Nisan 2017 00:06
Kullanıcı
{{item.IsimSoyisim==' '?"Kayıtsız Kullanıcı":item.IsimSoyisim}}
{{tariheCevir(item.KayitTarihi)}}

{{item.YorumMetni}}

{{item.BegenSay}}
Oturum Açınız

Yorum yazmak için oturum açmalısınız.

Oturum Aç Üye Ol

Mağazada Çok Satılanlar

Mağaza