ERZURUMLU ÜNLÜLER

Çamurlu Hafız Sıddık Efendiyi Tanıyor Muyuz?

Çamurlu Hafız Sıddık Efendiyi Tanıyor Muyuz?
Çamurlu Hafız Sıddık Efendiyi Tanıyor Muyuz?

Hafızlar Yetiştirirken Dünya Tarihine İlgisiz Kalmadı!  

Erzurum'un manevi mimarlarından 1337–1921 yılında Erzurum’da doğan Çamurlu Hafız M. Sıddık Efendi'yi tanıyoruz.

Çamurlu Hafız Sıddık Şanlı Hocaefendi hafızlığını babasının yanında yapar. Arapça dersleri okumaya fırsat kalmadan yetim kalır. 

Damadı Hafız Cahit Bey aktarıyor; “Molla Cami’ye kadar okumuşumdur. Bir gün bir ayeti kerimeye meal vermede zorlanıyordum. Farkında olur olmaz hemen manayı çözdüler. Arapça okumamış olduklarını hatırlatmam üzerine; 'Doğru, ben Arapça okumadım ama bilmediğimi sana kim söyledi' cümlesini kondurdular. 

Evinde Misafir Eksik Olmaz...

Evinin bir köşesinde jandarmanın, polisin takiplerine aldırmadan her yıl onlarca hafız yetiştirir. Bunları yedirir, içirir. Bir köşesi köyden kentten gelen hasta hısımların reviridir. Bir bölümü ise konak odalarının köyden şehre taşınmış halidir. Her gün beş, on misafirin erzaklanıp yatıp kalktıkları mekândır.

Hastane Hastane Gezer...

Hastane hastane gezer, kat kat, oda oda dolaşır. İhtiyaçlı hastaları tespit eder, imkânları dâhilinde ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. En uzaktan tanımış olsa bile tüm ölülerin başucunda Yasin-i Şerif okuyucu veya mezar tanzimcisidir. En az üç gün müddetle hafızlarını toplayıp ölünün evinde her gün asgari bir hatim okutur. Ne kendileri ne de talebeleri bu süre içerisinde çay dâhil hiçbir ikramı kabul etmezler. 

Dünya Tarihini Didik Didik Eder...

Dünya tarihini didik didik etmiştir. Efendimiz’in ( sav) Veda Hutbeleri’nin insan hakları evrensel beyannamesine etkilerini irdeleyecek derecede şuur ve kapasiteye sahiptir. Muhyiddin Arabî Hazretleri’nin “Fütühatu’l-Mekkiye”si gibi rumuzlu eserlerin perde arkalasını kurcalayacak kadar üstün bir zekâya sahiptir."

Çamurlu Hafız Sıddık Hoca Efendi

Prof. Dr. Aras; 'Geliştirmiş Olduğu Takvim En Az On Bin Yıl Sonrasının Aylarını, Günlerini Kapsamaktadır'

Çamurlu hafız M. Sıddık Efendi’nin hazırlamakta olduğu takvim ve diğer hususiyetlerini de onu yakından tanıyan, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi dekanı Prof. Sıtkı Aras; “Geliştirmiş olduğu takvim en az on bin yıl sonrasının aylarını, günlerini kapsamaktadır. Bunu hazırlarken yerli olarak daha çok Ahmet Cevdet ve Ahmet Muhtar Paşalar’dan yararlanmış olduğunu belirtmiştiler. Londra’da bir kütüphanede bulunan bir rasat kaydının 150 yıllık sonuçlarının getirilmesi için değerli arkadaşım Ruhi Esengün’le beni görevlendirmiştiler. Maalesef emirlerini yerine getirememiştik. Takvimin eksik kalmaması için, Londra’nın, Paris’in New York’un kütüphanelerini inceletecek kadar araştırıcıdır.

Yetmiş yaşının üzerinde ve hasta halinde hatimle teravih kılacak derecede muttakidir. Dünya çapında derece alabilecek güzellikte Kur’ânı Kerim okur. Herhangi bir beyti, herhangi bir darb-i meseli merak edenler, en doğru şekliyle onun beyin arşivinde bulurlar. İşte bütün bunlar Merhum M. Sıdık Efendi’nin ruhi portresinin kırıntılar halinde de olsa bir tasviridir.” 

Şimdi bunları kısaca açmaya çalışalım; Erzurum’da Cennet zade Camii’nin Taş ambarlar karşısına düşen çıkmaz sokağın bitiş noktasında eski, köhne bir yapı ile karşılaşılır. Bu, yetim hocanın gözde talebelerinden büyük Âlim Hacı Hasan Efendi’nin tek evlatları olan M. Sıddık Efendi’ye intikal etmiş olan evidir. Dış kapıdan birkaç basamakla loş bir hole inilir. Bunun bitişinde yan yana yer alan ve birbirlerinden oldukça iyi tecrit edilmiş olan bacadan pencereli birkaç oda göze çarpar. Çevreye kulak kabartacak olanlar en diptekinden Kur’ân sesleri duyarlar. Burası Hafız adaylarının mekânıdır. 1949’dan sonra dini faaliyetlere biraz rahatlık gelmesi üzerine, hafızların bazılarını Mahalle başındaki dükkânına taşımıştır.

Mahalle başındaki dükkânı oldukça mütevazıdır. Zaten buranın dükkânlığı hafızları dinlemek için bir vesiledir. Fazla işlemez her hafta en az iki gün buradan çantasına hastalara lüzumlu olacak malzemeleri doldurur. Görüş günlerinde hastaneleri oda oda gezer ve ihtiyaçlı olanlara dağıtır.

Evinin odalarının birisinden hasta iniltileri işitilir. Burası revir bölümüdür. Doktora gelen, ayakta tedavi görenlerin veya hastaneden çıkıp nekahet devresini geçirenlerin otağı burasıdır. Odanın birisinden erkek sohbetleri duyulur. Burası konak görevi yapan kısımdır. Hocamız, Erzurum doğumludur. Ancak merkezin Toparlak, Çeperli, Tivnik (Anneleri Tivnik’ lidir.) ; Tekman’ın Taşkesen , Pasinler’in Mindivan, Horasa’nın Çamurlu köyleriyle ilgisi vardır. Kendilerini büyüten üvey anneleri ve hanımları Çamurlu’ludurlar. Bu akrabalık bağı çok kuvvetli olmalıdır ki, kendilerine hiç ilgisi yokken “Çamurlu”luk unvanını kazandırmıştır. Bu köyler başta olmak üzere merkezin, Tekman’ın, Pasinler’in, Horasan’ın tüm köylerinin hacet kapıları Hafız Efendi’nin hanesidir. Hastanede veya diğer bir devlet dairesinde işi olanlar hep ona başvurmakta ve hanesinde günlerce haftalarca yiyip içmekte; yatıp kalkmaktadırlar.

Önceden de bahsetmiş olduğumuz gibi, Hoca Efendi çok üstün bir zekâya sahiptir. Verecekleri mesajları elmadaki vitaminler misali, muhatabının direkt haberi olmadan beynine enjekte edebiliyordu. Bir yakınımla ziyaretine gitmiştik. Arkadaşımın sabah namazını kılmadığını biliyor ve bundan rahatsızlık duyuyordu. Direkt olarak ikaza yüksek nezaketleri el vermiyordu. Ancak arkadaşım şu sorularıyla bir vesile etmişlerdi. Sualleri şöyleydi; “Hocam koyunlar her yıl bir hem de çok kere bir adet doğururlar. Köpeklerse en az iki kez veya dört, beş adet eniklerler ( Köpekler için doğurmak.) . Buna rağmen her köyden birkaç koyun sürüsü çıkıyor. Köpeklerse birkaç sayının üzerinde değil, bunun sebebi ne ola?”. Tabiî hocamız bunun sebebini çok iyi biliyorlardı. Ancak onun yüksek zekâsı doğan fırsatı değerlendirmek peşindeydi ve taşı gediğine şu şeklide koydular; “Koyunlar şafağa kadar uyur. Sabah namazında kalkarak meleşirler. Bu, bir nevi ibadettir. Bunun için rızıkları da dölleri de bereketli olur. Köpeklerse aksine şafağa kadar havlar. Sabah namazı vakti düşüp uyurlar. Dolayısıyla, rızıkları da nesilleri de kısıtlı olur”. Tabi arkadaşım alacağını almıştı.

Hocamız üstün bir takvaya sahiptiler. Bir gün bir mezarlıkta birlikte bulunmuştuk. Bir kış günüydü. Şiddetli bir soğuk ve diz boyu kar vardı. O zamanlar ben henüz elli yaşının altında idim. Kendileri ise yetmiş civarında idiler. Gerek üşümem ve gerekse ayaklarımın ağrıması dolayısıyla Yasin-i Şerif süresince on kez kalkıp oturmama rağmen, hocam Kur’an’ı Kerime saygısızlık olur.” diye bir defa bile tavrını değiştirmemişlerdi. Yine damatları Hafız Cahit Bey’e göre, ölümünden önceki hastalığında bile kendilerini eve çağırıp, teravih namazını cemaatle ve hatimle kılıyormuş.

M. Sıddık Efendi, Mevlana Hazretleri’nden M. İkbal’e kadar tüm İslam âlimlerinden yararlanmışlardır. Safahatı ezbere bilmektedirler. Özellikle Bediüzzaman Hazretleri’ne çok hürmet etmektedirler. Üniversite talebeliğim yıllarında bir yakınına beni şitayişkarâne cümlelerle tanıtmışlardı. Muhatabının “İnşallah böyle devam eder.” temennisine karşılık, Bediüzzaman Hazretlerini kastederek “Devrin imamını tanımıştır.” cevabını verdiler. Erzurum’un da tüm velilerini, âlimlerini yakinen tanırlar. Sadık Efendi, babasının arkadaşıdır. Dolayısıyla onunla özel bir ilgileri vardır. Yazımızın ser levhasına aldığımız gibi, Sadık Efendi kendilerine “usta bahçıvan” demektedirler. Hatta bazı şakalar da yapmaktadırlar. Mesela, bir defasında hafızlarının sayılarını öğrenmek için mahalli bir tabirle ; “Hafız bu yıl kaç tane gurt düzdün?” sualini sormuşlardır (ki ana tavuğun civcivlerine “gurt” denilir) . Yine görgü şahitlerine göre, Hafız Efendi içeri girdiği zaman, Sadık Efendi bu oğlu yaşındaki muhatabına toparlanırmış. Sebebini soranlara “Çocuklar, bu bacaksızın hafı beni basıyor cevabını vermişler.”

Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi hafızaları adeta bir bilinmeyenler arşiviydi. Merak ettiğim her beyti, darb-i meseli veya herhangi bir tarihi olayı hep ondan öğrenirdim.

Oğulları Hasan Nuri Bey anlatmaktadırlar ; “1993 yılı kurban bayramıydı. Kurban keserken bunun son kurbanımız olduğunu söyledi. Her yıl kestiğimizi söyledim ve son olmasının sebebini sordum. Bundan sonra benim bu görevi ifa edeceğimi buyurdular”.

Bir kaza kurşununa kurban giden kıymetli gazetecimiz Kamil Koşapınar, Hocamızın mürididirler. Sık sık ziyaretine gelirler. Hastalığında da yalnız bırakmazlar. Hep başucundadırlar. Bir gün gazeteciliği tutar ve “Efe hele bir şeyler söyle yazayım.” der. Hocamızın cevapları ; “Sabret üç gün sonra sana yazacak çok malzeme vereceğim.” şeklindedir. Hakikaten üç gün sonra zaman gazetesinde Kamil’in makinesinin objektifinden çıkmış Hoca Efendinin cenaze merasiminin boy boy resimleri vardır.

26 Ocak 1994 yılında Beraat Kandili gününde ve 73 yaşlarında çok arzu etmiş oldukları daru’lbekâya göçerler. Oğulları Hasan Nuri Beye göre, Efendimiz’den ( sav) fazla yaşadıklarından dertlidirler ve utandıklarını beyan ederler. Dolayısıyla gidişleri de hayatta yaşamış oldukları gibi uçarcasına olmuştur. Cenazesinde bende bulunmuştum. Tebriz kapı dolup taşmıştı. Erzurum’un maskotu, ihtiyarı (Hacı Atığ) namaz kılınırken bağırıyordu;” Er kişi iseniz sizlerde böyle kandilde ölünüz. Sizinde bu kadar cemaatiniz olsun”.

Kaynak: gulzarihacegandergisi.com

Yorumla
Facebook Twitter Telegram Whatsapp Linkedin Pinterest
{{begeni}} {{yorumsayi}}
1 Temmuz 2019 11:39
Kullanıcı
{{item.IsimSoyisim==' '?"Kayıtsız Kullanıcı":item.IsimSoyisim}}
{{tariheCevir(item.KayitTarihi)}}

{{item.YorumMetni}}

{{item.BegenSay}}
Oturum Açınız

Yorum yazmak için oturum açmalısınız.

Oturum Aç Üye Ol

Mağazada Çok Satılanlar

Mağaza